1750 yılına kadar, karbon döngüsü (CO2) dengeli ve düzenliydi, - atmosferdeki karbondioksit miktarı sabitti, çünkü yayılan CO2 fotosentez ve okyanuslar tarafından tamamen emilirdi.Sonra kömür çağı başladı. Ve 100 yıl sonra petrol çağına geçildi. O zamandan beri, üretilen CO2 doğal döngüde yeterince ayrıştırılamadı. Sanayi devrimi nedeniyle, 1945'ten itibaren bu artış sertçe yükselmeye devam etti. Büyük oranda ormansızlaşma nedeniyle, atmosferdeki karbon yoğunluğu kömür döneminden bu yana% 41 arttı, öyle ki bu artışın yarısı son 50 yılda gerçekleşti. Karbon yoğunluğundaki artış yağmur suyunun asidik hale gelmesi sonucunu doğurarak, PH değerinin 5’e
düşmesine neden olur. Karbonik aside dönüşen yağmur suyu kireçtaşına ve beton taşlara saldırarak onları çözülmesine neden olur. Bu kimyasal işlemde kireçtaşı bikarbonat (suda çözünür) haline dönüşmektedir. CaCO3 + CO2 + H2O -> Ca2+ + 2HCO32- Kireçtaşı + karbondioksit + su > Kalsiyum + bikarbonat ile karıştırılır Kükürt dioksit de yağmur suyunu asidik hale getirir. Bu, bazı doğal gazların, kömürün, petrolün ve atıkların yanma yoluyla havaya karışması sonucu oluşur. C02 ve kükürt dioksitteki artışın beton ve kireçtaşı yapılar için neden tehlike yarattığı ve onları yavaş yavaş tahrip ettiği artık anlaşılmaktadır.
Bu ilerici yıkımı önlemek için ne yapabiliriz?
Petrol; plastik, çeşitli reçineler, akrilatlar ve silikonlar üretmek için kullanılır. Doğal ve çimento taşlarının bu petrol ürünleri ile emprenye edilmesi yaygındır. Doğa ltaşlar ve betonun tahrip olmasının temel nedeninin petrol olmasına rağmen, koruma ve emprenye için tekrar petrol kullanılması anlamına gelir. Bu ürünler sadece aşırı dolgu yapar ve yüzeyin yeterince nefes almasına izin vermeyerek, korumaları gereken taşa onarılamaz zararlar vermekle kalmadığı gibi, aynı zamanda uygulanan herhangi bir boyadan daha uzun süre dayanmaz ve çok hızlı bir şekilde ayrışır. Yeraltı sularına karışarak nehirlere ve okyanuslara taşınırlar, mikro plastik partiküller olarak besin zincirine emilirler ve yukarıda açıklanan döngüye tekrar girerler. Dolayısı ile bu doğru bir çözüm olamaz!
Kalıcı ve % 100 doğal bir şekilde nasıl bir çözüm olabilir?
Bunu şu örnek ile inceleyelim. Nehirden bir çakıl taşı alıp kırarsanız, dışı ıslak ve nemli iken içinin kuru olduğunu görürsünüz. Eko mimetik ilkelerine göre yapılan araştırma sonuçları, diatom kolonileri ve plankton gibi tek hücreli organizmaların bu sonucu oluşturduğunu göstermiştir. Diatomlar, serbest kireç ve / veya CO2 ile kristalize olan ve taşı su geçirmez hale getiren sıvı silisten oluşur. Diatomlar böylece taşı mineralleştirir.
ProtecD'nin Teknik Müdürü Jean Pierre Allegre, araştırma laboratuvarında aynı sonucu elde eden bir mineralizatör geliştirdi. Fırça, merdane veya sprey şişesi ile alt tabakaya uygulanan sıvı mineralizatör, doğal veya çimento taşlarının görünümünü değiştirmeden kristalleşme ile CO2'yi bağlar. Taşın kendisi gibi mineral moleküllerden oluşan mineralizatör, taşla bir bütün olur ve güneş, yağmur veya çevre tarafından saldırıya uğrayamaz. Koruma kesindir. Beton yapıları ph kaybından ve dolayısıyla beton içindeki metalik parçaları korozyondan korur. Doğal ve çimento taşlarını Mohs ölçeğine göre 2 puan sertleştirerek aşınmaya karşı daha dayanıklı hale getirir. Beton veya doğal taşın kendi kendine toz oluşturmasını engeller. Olumlu diğer bir etki olarak, kontaminasyon ve kirin nüfuz etmesini önler, temizliği daha kolay ve hızlı hale getirir ve taş veya betonun doğal renklerini muhafaza eder.